12/22/2009

Yılbaşı kutlayan müslümanlar, İslamda yılbaşını kutlamak, Yılbaşı eğlenceleri


YILBAŞI TOPLUMSAL BİR İSYANDIR !

31 Aralık perşembe gününü, 1 Ocak cuma gününe bağlayan gece, yılbaşı gecesidir. Yılbaşı kutlamaları denilince de eski yılın sona erip, yeni yıla geçildiği 31 Aralık/1 Ocak gecesi yapılan eğlence ve faaliyetler anlaşılır. Ancak yılbaşı eğlenceleri, ilk bakışta yeni yıla girişin kutlamaları gibi gözükmekle birlikte, bunun hıristiyan batının noel bayramıyla da yakın ilgisi bulunmaktadır.

Halbuki, bu günde yapılan içkili, kumarlı eğlencelerin gerçek hıristiyanlıkla hiçbir alakası yoktur. Beşeriyetin ıslâhı için Allâh-u Teâlâ tarafından gönderilmiş ilâhi bir din; Peygamberin doğum yıl dönümünün bu şekilde kutlanmasına müsaade eder mi? İçkili, kumarlı ve insanı küçük düşüren zevklerin terennüm edildiği kutlama törenleri, İlâhi bir dinin esaslarıyla bağdaşabilir mi?

Biz müslümanlar da Peygamber (Sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimizin doğum yıldönümünü kutluyoruz. Amma mübarek bir gece olarak, Mevlid Kandili olarak...

Bu yüzden aslında yılbaşı ve noel'in hıristiyanlıkla da, Hz. İsa (Aleyhisselâm) ile de hiçbir alakası yoktur. Eğer olsa idi; yılbaşı gecelerinde kiliselerde ayinler yapılır, bu gece bir çılgınlık havası içinde değil, bir takdis havası içinde kutlanırdı. Hz. İsa (Aleyhisselâm) ile bu gecenin sefahat, isrâf ve çılgınlığının ne alakası olabilir?

İsa (Aleyhisselâm)ı biz de severiz. O'nun ve diğer bütün Peygamberlerin peygamberliğine inanmak, İslâmiyetin îman esaslarındandır. Çünkü, İslâm akidesine göre: "...Allâh-u Teâlâ'nın Peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız..." 1 Ancak bir Peygambere saygı, O'nun doğum yıldönümüne hürmet de, Allâh-u Teâlâ'nın emirleri ve dinî ölçüler içinde olmalıdır.

Dinimizde noel ve yılbaşı kutlamalarının yeri yoktur. Bu yılbaşının biz Müslümanlar için, resmi ve milletlerarası bir takvim başlangıcı olmak ilgi ve alâkasından başka hiçbir kıyamet ve değeri asla yoktur. Biz Müslümanlar için muharrem ayının birinci gecesi: Yılbaşı gecesidir. İslâm'da yeni yıl, Muharrem ayının birinci günü ile başlar. Fakat, maalesef Müslümanların büyük kısmının haberi bile olmaz.
Bu bakımdan toplumumuzda ve diğer Müslüman toplumlarda ‘’yılbaşı kutlaması’’ adı altında düzenlenen eğlence toplantıları ise, hiçbir kültürel ve geleneksel temele sahip değildir.  
Bu bakımdan hıristiyan olmayan ülkelerde yılbaşı kutlamaları, Batı’nın körü körüne taklit edilmesinin veya hıristiyan Batı’nın kültür ihrâcının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ülkemizde öteden beri yılbaşı kutlamalarıyla ilgili olarak yapılar tenkitler ve gösterilen hassasiyet de buradan kaynaklanır.
Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin Müslümanlara; diğer dini topluluklara göre farklı bir kimlik bilinci ve kültür değerleri manzûmesi kazandırmak için gayret ettiği ,bu uğurda saç-sakal, kılık-kıyafet, yeme-içme âdabı da dahil pek çok konuda tavsiyede bulunduğu düşünülürse, yılbaşı kutlamalarının, sıradan kutlama olarak kabul edilmesi ve tabî karşılaması mümkün olmaz. Aksine, yılbaşı kutlaması, noel ağacı süslemesi, noel babanın hediye bırakması gibi âdetler, toplumumuzda kültürel tahribata ve kimlik bunalımına yok açmakta, yeni yetişen kuşakları kendi öz değerlerinden koparıp, batının hayat tarzına alıştırmakta, sonra da onların değer ve inanç esaslarına sıcak bakmaya ve giderek onları benimsemeye götürebilmektedir. Böyle olunca, Müslüman toplumların bu tür âdetler yerine, kendi kültür ve değerlerinden kaynaklanan alternatif program ve faaliyetler geliştirmesi ve yaşatması ayrı bir önem kazanmıştır.

Kur'an-ı Kerim, Müslümanlara ısrarla birlik ve bütünlük içinde olmalarını, müşrik ve gayr-i müslimleri dost edinmemelerini, onlarla gayri İslâmî bir kültürün etkisi altında kalmayı kaçınılmaz kılacak şekilde sıkı bir ilişkiye girmemelerini emretmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost ve idareci edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar, birbirinin tarafını tutarlar. Sizden kim onları dost ve idareci edinirse, o da onlarlandır. Şüphesiz Allah, zâlimler toplumuna yol göstermez, onları hidâyete erdirmez."2

"Yahudiler ve hristiyanlar da; sen onların dinlerine uymadıkça asla senden razı olmayacaklardır. De ki: "Allâh-u Teâlâ'nın yolu, doğru yolun ta kendisidir. Yemin olsun ki, sana ilim geldikten sonra, eğer sen onların arzularına uyacak olursan, senin için Allâh-u Teâlâ'dan ne bir dost ve ne de bir yardımcı vardır."3   (...)

Abdullah b. Ömer (Radıyallâhu anh)dan rivâyete göre Resûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz: "Kim bir millete benzemeye çalışırsa, o da onlardandır."7 buyurmuşlardır.

Bir başka Hadîs-i şerifte ise: "Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudilere ve hristiyanlara benzemeyiniz..."8 buyurmuşlardır.

Bu iki hadîs-i şerif çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder. Şeklî benzeşmenin, sonuçta i'tikâdî benzeşmeye götüreceğini anlatır. Mağluplar, galipleri taklid etme psikolojisini yaşarlar. İnsan ancak sevdiğini, takdir ettiğini ve büyük gördüğünü taklid eder. Şeklî taklid, i'tikâdî taklide götürür.

Dinimiz İslâmiyet; güneş doğarken, zevâlde iken ve batarken namaz kılmayı yasakladığı gibi, ateşe karşı namaz kılmayı da yasaklamıştır. Bunun sebebi de, güneşe tapan ve ateşe tapınan milletlere benzemememizi temin etmektir.9 Bakınız: Dinimiz ibadet hususlarında bile gayr-i müslimlere benzemeye müsaade etmemektedir.

Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, ümmetinin kendi varlığını muhafaza etmesini emredip, taklitçilik derekesine düşmeyi menetmiştir. Fakat bütün bunlara rağmen bu hastalık yüz göstermiştir. Zaten Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, kendi ümmetinin şirkten, kâfirlikten başka, eski ümmetleri örf-adet, fitne-fesad ve isyan gibi bütün kötü yollarda taklid edeceklerini bir mûcize olarak haber vermiştir. Ebu Sâid (Radıyallâhu anh)dan rivâyete göre Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu: "Sizler, kendinizden önce geçen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına tıpa tıp muhakkak uyacaksınız. O dereceye kadar ki, şayet onlar daracık keler deliğine girmiş olsalar, siz de muhakkak onlara uyarak oraya gireceksiniz, onlara tabî olacaksınız." Ebu Sâid (Radıyallâhü Anh) diyor ki: Biz: "Ya Resûlellah! Bu ümmetler yahudilerle hristiyanlar mı? diye sorduk. Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz: "Onlardan başka kim olacak!..."10 buyurdu.   (...)

Gayr-i müslimlerin bayramlarında sevinmek, onların kutsal saydığı günleri kutlamak, onların adetlerine uymak, onlara benzemek kesinlikle câiz değildir, büyük günahlardandır.

Enes b. Malik (Radıyallâhü Anh) dan rivâyete göre, Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Mükerreme'ye hicret ettiği zaman, Medinelilerin eğlenip oynadıkları iki günleri vardı. Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz:

"Bu günler ne oluyor, neyin nesidir?" diye sorduğunda, Medineliler:

- Biz cahiliyet devrinde bu günlerde eğlenip oynardık Ya Resûlellah! dediler. Bunun üzerine Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz: "Muhakkak ALLAH size o iki gün yerine, onlardan daha hayırlı iki bayramı lutuf olarak vermiştir. Biri Fıtır, Ramazan Bayramı, diğeri Kurban bayramıdır."11 buyurdular.    (...)

Müslümanın, bir başka dinin şiârı yani alâmet-i farikası olan bir fiili, kendi irâdesi ile yapması küfürdür. 

Fukahâ: "Mecûsilerin bayram kabul ettikleri günlerde hediye vermenin câiz olmadığı, verilen bu hediye bugünlere tâzim kasdı bulunduğu takdirde küfre, kâfirliğe düşüleceği fetvasını vermişlerdirç Hanefîlerden Allâme Ebu Hafs şöyle der: Müslüman bir kimse, Allâh-u Teâlâ'ya elli yıl ibadet etse, sonra bir müşrikin bayramını tebrik, tâzim maksadıyla bir yumurta verse, muhakkak kâfir olur ve ameli de mahvolur. Aynı gün, herhangi bir tâzim kasdı bulunmaksızın, insanların normal adeti üzerine bir Müslümana hediye verse, kâfir olmaz. Fakat şüpheyi yok etmek için bunu, o günden önce veya sonra vermesi gerekir. O müşriklerin herhangi bir bayram günlerinde, önceleri satın almadığı bir şeyi satın alsa, eğer bununla tâzim kasd etmiş ise kâfir olur. Yok, tâzim maksadı bulunmadan, sadece yemek, içmek ve zevklenmek için satın alırsa kâfir olmaz."13

Evet, arzedilen bütün bu âyet-i kerime, hadîs-i şerif ve fetvâlar; gayr-i müslimlerin noel ve yılbaşı bayramlarını kutlamak için onlardan kat kat fazla aşırılıklarla hazırlanan, adeta yarışa giren günümüz Müslümanlarının kulaklarını çınlatmalıdır, kulaklarına küpe olmalıdır. Allâh-u Teâlâ hidâyet versin. Amin.

Bize düşen doğru yolu göstermektir. Kümseyi tuttuğu yoldan zorla döndüremeyiz. Bu, devletin görevidir. Ama biz doğruyu hatırlatıyoruz. Buna dinen de mecburuz. Çünkü sorumluyuz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin şu benzetmesine iyi kulak verelim: Bir gemiyi paylaşan ve bir kısmı üstte, bir kısmı altta bulunan insanları düşünün. Altta bulunanlar su ihtiyaçlarını karşılamak için gemiyi delmek istediklerinde, üsttekiler buna mani olmazlarsa gemi batar ve hepsi birden boğulur; eğer mani olurlarsa hepsi de kurtulur.14   (...)

İşte bu duygu ve düşünce ile diyoruz ki: Hıristiyan gibi yılbaşını kutlamak, yılbaşı eğlenceleri tertiplemek, millî ve dinî değerlerimizi yaralar. Cemiyet ahlakımızı bozar. Dinsizlik ve mânevî yoksulluğu arttırır. Bu hIristiyan geleneğinin yurdumuza yılbaşı kutlaması adıyla gün geçtikçe yayılması, rağbet duyması ve özel teşvik görmeye başlaması milletimiz, vatanımız için hiç iç açıcı değildir. Çünkü milletler, dinî inançları ve milli örf ve adetleriyle tanınırlar ve onlarla yaşarlar. Dün hıristiyanlığın şu geleneğini, bugün de bu geleneğini alırsak, aldığımız her gelenek milli bir geleneğimizi yıkar, onun yerine oturur. Bu ise çok şeyler kaybettirir. Elimizdeki nimetlerin elimizden gitmesine sebep olur.

- Dipnotlar -

1 - Bak. Bakara Sûresi: 285, 136

2 - İskilipli Mehmet Atıf, Frenk Mukallitliği ve Şapka, 4

3- Mâide Sûresi: 51

7- Kafirun Sûresi:6

8 - Hud Sûrei:113

9 - Ebu Davud Libas:5

10- Tirmizi, İsti'zan:7

11- Alemgir, el-Fetava'l-Hindiyye, 1/52

13 - Ebu Davud; Salat:239, Nesai; İdeyn:I, Hakim Müstedrek: 1/294, A.b.Hanbel; 3/103, 178, 235, 250

14 - İbn-i Nüceym, el-Bahru'r-Raik, 5/133, el-Fetâva el-Hindiye, 2/296

Mehmet TALÛ

Ârifan Dergisi




No comments: