11/29/2008

Aydınlatın yüreklerinizi...









Yaşanmış hayatımıza “geçmiş” diyoruz malum... Yani tarih olmuş... Bir daha geri gelmeyecek, asla tekrar yaşanmayacak...
İstikbal (yani gelecek) ise meçhuller diyarı... Gelip gelmeyeceği bile belli değil (ondan önce ölüm gelebilir)... Gelse bile neler getireceğini bilemeyiz.
O zaman geçmişin ve geleceğin matemini tutmak yanlış!
Bugünden yarına üzülen, iki kez üzülür. (bugün ve yarın olarak).
Unutmayın ki, önceki günün geleceği dündü, dünün geleceği ise bugündür...
Bugününüz iyi ise, her şey yolunda demektir...
En azından mutlu olmak için bugün bir sebebiniz var.
Ama karamsarlığımız mutluluk odaklarını görmemizi engelliyor.

Çoğumuz yataktan kalktığımızda aksi ve olumsuz oluyoruz. Ağrılarımızdan, uykusuzluğumuzdan, hastalıklarımızdan, borçlarımızdan filan söz ediyoruz. (çevremizde kimse yoksa kendi kendimizi bu konuda iknaya çalışıp kendimizi mutsuz etmeyi başarıyoruz)
Halbuki sabah kalktığınızda kendi kendinize şunu söyleyebilirsiniz:
“Milyonlarca insanın öldüğü bir gecenin sabahında, çok şükür ben sağ olarak uyandım.”
“Çok şükür, milyonlarca insanın hastanelere kaldırıldığı bir geceyi sapasağlam geçirdim.”
Lavaboda abdest alırken, saçınızı tararken, başörtünüzü bağlarken, ya da makyaj yaparken, aynaya gülümseyip, “İnsan olarak yaratıldığım için şükürler olsun” diye düşünebilirsiniz:
İnsansınız, sağsınız, sağlamsınız; o zaman sorunlardan korkmanız için bir sebep yok...
Sorunlar sizden korksun!
Ne yazık ki, bize önce olumsuzlukları görmeyi öğretmişler: Görmeyi ve korkmayı...
Bu yüzden hayattan korka korka yaşıyoruz. Bu da hayattan lezzet almamızı engelliyor. Oysa şükretmek için hayattan lezzet almak gerekiyor.
Biz ise sürekli yakınan, sakınan bir yapıdayız. Şarkılarımız, türkülerimiz bile karamsar iç dünyamızı ele veriyor.
Şarkılar, türküler deyip geçmeyin. Toplumun karakteristik özelliklerinin bazıları şarkılarda yaşar. Şarkılar ve türküler toplumun bir bakıma ruh haritasıdır. Mesela bizim şarkılarımızda neşe yok, keyif yok, mutluluk yoktur.
Şarkılarımız bol bol şikâyet, isyan, yakınma, korku, acı, ayrılık, hicran ve yıkımdan oluşuyor. İşte buyurun:
“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime,
“Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime;
“Perde-i zulmet (kara perde) çekilmiş korkarım ikbalime,
“Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime.”
Aslında şair, istikbaline “perde-i zulmet” çekilip çekilmediğini bilmiyor, ama öyle olduğunu düşünüyor. Yani geleceğin olumsuz olacağı hükmüne çoktan varmış, yıllar öncesinden üzülmeye başlıyor. Geleceğe bakarken “mücrim” gibi titriyor, buna rağmen kimseyle derdini paylaşmıyor, bir anlamda ondan kurtulmak istemiyor. Zaten hep “kara bahtlı”dır.
“Kara bahtım, kem talihim taşa bassam iz olur...”
Garibim o kadar talihsiz, öylesine mutsuz ve umutsuz ki, en olmadık olumsuzluklar onu buluyor, taşta bile iz bırakıyor!
Tarih boyunca milyarlarca insanın trilyonlarca taşa bastığını, hiçbirinin taşlarda iz bırakmadığını bilmek işe yaramıyor; ayağınızın izi taşa çıkmasa da, karamsarlığın izi yüreğinize çıkıyor.
Nihayetinde bir uzun hava: “Her yer karanlıııık...”
Aradaki “ah”lar, “oflar”, “aman aman”lar ve “yandım anam”lar da acının derecesini maksimum noktaya çıkarıyor.
Sonuçta şarkılar bile bunalıyorlar da, iki satır nefeslenmek için dağ başına çıkıyorlar: “Yüce dağ başını duman bürümüş...”
Hayata olumsuz bakmanın bir sonucu olarak dağlarımız sürekli duman bürümüş durumdadır...
Halbuki o dağlarda kardelenler de var... O dağlarda gelincikler açar... O dağlardan çam kokusu yayılır... Kısacası o dağlarda hayat vardır!
Ama biz hayatın güzelliklerini görmezden gelir, umudumuzu kara bulutlara hapsederiz. Böylece hayatı zindana dönüştürürüz.
Dedim ya, yanlış eğitimin kurbanlarıyız. Kafamız ve yüreğimiz güzelliklere değil, olumsuzluklara kilitli. Bu yüzden dünya bize güzel yüzünü pek göstermiyor.
Çünkü insan beyni ve yüreğiyle bakar...
Ve görmek istediğini görür.
Gelin bugün hayatımızda köklü bir değişiklik yapalım: ’ın bizim için yarattığı güzellikleri de görmeye çalışalım.
Güneş her sabah bizim için doğuyor...
Güller, çiçekler bizim için açıyor...
Kelebekler bizim için uçuyor.
İnsan olarak biz evrenin en önemli varlıklarıyız.

Yavuz bahadıroğlu

No comments: