5/30/2010

Dünyevileşme Belâsı

Üveys AKI

Beyan – Nisan 2010


Dünyevîleşme, müminlerin dinine tealluk eden en ciddi tehlikelerden biridir. Dünyevîleşme hastalığına, diğer bütün mânevi hastalıkların anası sayılabilecek bir çeşit mânevî kanser de denilebilir. Bu hastalığa tutulmak, bir imtihân olan şu dünyâ hayâtının geçiciliğini unutturur, ibâdetlerdeki huşûyu, kalp huzurunu giderek azaltır ve böylece kalp dünyâ lezzetleriyle paslanmaya başlar. Netice olarak kişi o hale gelir ki, Allah (celle celâlehu) yolunda canıyla ve malıyla cihâd etmek, dünyevi menfaatleri terkedip âhireti tercih etmek ona ateşe girmek kadar ağır gelir, hattâ daha ileri safhalarda ucunda maddi çıkar kaybı söz konusu olacaksa, ibâdetleri tamamen terk etmekte de bir beis görmeyebilir. Zira ona göre artık zarûret hâsıl olmuştur !
Müslümanların dünyâya bakışı ve onu değerlendirmedeki yegâne ölçüsü İslam dînidir. Dünyâ sevgisi kalbe yerleşince bu ölçü değişir ve insan her hâdiseye dünyâ gözüyle bakmaya başlar. Uhrevî kayıpların artık önemi son derece azalmış olacağından, yalnız Allah’a (celle celâlehu) ibâdet etmek için yaşayan ve yaşamak için yiyen insanlar, âdeta yanlız yemek için yaşar hale gelirler.
Dünyevîleşmek, i'lâyi kelimetullah dâvâsının, üzerine bina edildiği tüm rabbâni değerleri yok eden bir illettir. Bu noktadan hareketle islam adına örgütlenmiş bir oluşumun islâmî bir hareket olup olmadığını ayırmak da zor değildir. Çünki dünyevî rahatını bozmadan islam adına mücâdele etme gâyesi güdenler, dünyâ lüksüne sâhip olmayı ve kapitalist düzene ayak uydurmayı günümüz müslümanları için tek çıkar yol kabul edenler, asla Kur’an ve Sünnete uygun bir mücâdele şekli ortaya koymuş olamazlar. Böyle bir strateji olsa olsa, nefsin isteklerini elde etmede islâmı kılıf olarak kullanmakla izah edilebilir.
 
Unutulmamalıdır ki, mal ve para insanlık tarihi boyunca câhiliye tarafından hep gücün yegâne kaynağı kabul edilmiş ve uğrunda büyük mücâdeleler verilmiştir. Yâni toplumlara hâkim olmak ve düşmana karşı galip gelmek için sermayenin çağın silahı olduğu ve onu elinde bulundurmanın şart olduğu düşüncesi günümüz modern dünyâsına ait bir kavram değildir, bu düşünce eski ümmetlerde de vardı ve vâr olmaya devam edecektir. Çünki materyalist mantık bunu gerektirmektedir. Ancak hakiki îmânı yakalamış olanlar bilir ki güç, kuvvet ve muzafferiyet ancak Allah’a aittir. Peygamber Efendimiz’den (Sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine dünyâ malı verilmesi için dua isteyen Sa’lebeye Peygamber Efendimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) verdiği cevap şöyle olmuştur;
 
“Ey Sa’lebe Allah’ın Resulü gibi olmak istemiyor musun ? Allah’a yemin olsun ki eğer dağların benim için altın ve gümüş olmasını isteseydim elbette olurdu”[1]
 
Bu hadisi okuyunca günümüz müslümanlarının aklına ilk gelen “Bu gün dağlar bizim için altın olsa idi, İslam düşmanlarına karşı daha güçlü olur ve onlara karşı cihâd edebilme imkanlarına kavuşurduk” şeklinde olacaktır. 
Peki Peygamber Efendimiz’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) zamanını ve onun mücâdelesini çağımızdan ve günümüzün gerektirdiği mücâdele şeklinden ayıran nedir!
Hiç. 
Çünki aynı mantık o zaman içinde geçerlidir, o halde günümüz Müslümanları bu işi dahamı iyi biliyor Peygamber Efendimiz’den !(Sallallahu aleyhi ve sellem) (Haşa) 
 
Bakın şu hadisi şerif, Müslümanların bilmek zorunda olduğu bir dengeyi beyan eder bizlere; 
 
“Kim dünyâsını severse ahretine zara verir, kimde ahretini severse dünyâsına zarar verir, o halde siz bâki olanı fâni olana tercih edin” [2]
 
O halde;
Hayâtımızı mal yığmaya ve câhiliyenin makam ve rütbelerini elde etmeye adayacak, ardı gelmeyen tavizlerle dünyâmıza zarar verecek her türlü tehlikeden uzak duracak ve buna da İslâmi mücâdele ismi vereceğiz öyle mi ? Hayır, bu apaçık bir sahtekarlık olur. 
İslamda cihâd, dünyâda köşeyi dönme yarışı değildir. Câhiliye rütbeleri, diplomaları ve icazetleri peşinde bir hayat sürmek ve bunlar ile övünerek ne oldum delisi olmak ise Müslümanlığın gereği ve üstünlüğün ölçüsü hiç değildir !
Ne yazık ki dünyevîleşme belâsına maruz kalmış Müslümanlar lüks koltuklarda oturabilecekleri, keyiflerini ve kafa konforlarını bozmayan, dünyâsına zarar vermeyen ve bir yandan da dünyâ serveti yığabilecekleri bir İslâmi mücâdele ! sürdürmektedirler. Bu âhir zaman, nasıl bir çağdır ve zamanın modern Müslümanları ne kadar akıllı insanlardır ki, cihâd hiç bu kadar kolay, bol kazançlı ve dünyâda rahat ettiren bir yöntemle icrâ edilememiştir İslam tarihi boyunca !
 Dünyevîleşmek; dünyâ sevgisinin, kalbi ve hayâtı istilâ etmesidir. Müslümanın rızkı elbette geniş olabilir, ancak dünyâ malını cebinden çıkarıp kalbine koymamalı, hayatının amacı hâline getirmemelidir. Öyle ki Allah (celle celâlehu) için canını ve malını fedâ etmesi gerektiğinde göz kırpmadan bunları fedâ edebilmelidir. Bu ise ancak dünyâya kıymet vermeyenlerin, âhiret yerine dünyâ hayâtını tercih etmeyenlerin yapabileceği büyük bir ameldir. 
 “Ey îmân edenler, size ne oluyor ki “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa âhiretten vazgeçip dünyâ hayatına mı razı oldunuz? Oysa âhirete göre dünyâ hayatının yararı, çok az bir şeydir.” [3]
Evet, bu âyetin muhatapları olan bizlere ne oluyor ki günümüzde İslam dâvâsı uğrunda tüm gayretimizle çalışmamız icap ederken yere çakılıp kalıyoruz. Yoksa bizler mal sevgisine, geçici dünyâ lezzetlerine, câhiliye rütbelerine, riyaset sevgisine ve dünyâ içindeki birçok boş ve faydasız şeylere mi meftûn olmuşuz. Müslümanların bir kısmı küfrün saldırılarından dinini ve ırzını korumak için ölüm kalım savaşı verirken, birileri zulüm altında inlerken, dinini ve dünyâsını beşerin hevâsına göre şekillendirmeye zorlanırken ve islami ilimler unutuluyorken, bizler rahat döşeklerimizde bir elimizde nescafe diğer elimizde amerikan malı sigaramızla televizyonun karşısında bacak bacak üstüne atmış sahte hayatların seyrine çakılıp kalmışız.  
İnsanlarımız artık ömrünün yarısını diploma, diğer yarısını da mal yığmak için yaşamaya şartlandırılmış. Teknoloji çağınnın gereği olarak Allah’ın (celle celâlehu) dini uğrunda mücâdele etmeyi bırakın, islâmı kendi nefsinde yaşamaya, ibâdetlerini yapmaya bile zamanlarının olmadığına inandırılmış bir toplum haline getirilmişiz.
Bazılarımız dünyâ sefahatını en alçak şekliyle yaşayan düşmanlarımızı hoş görmüşüz, onlara özenip onlar gibi yaşar olmuşuz, ama buna rağmen onlar bizleri bir türlü hoş görmemiş olacak ki, kendimizi beğendirmek için dinimizde onların hoşuna gitmeyen ne varsa inkâr eder olmuşuz. Bu nedenle günümüz Müslüman aydınları İslâmın ahkâmını anlatırken veya yazılarında yazarken “acabâ birileri ne derler” endişesi taşıyor ve ihtiyatlı davranıyorlar artık !
İşin en acı kısmı ise, izzet ve şereflerimizin bu denli ayaklar altına alınmış olmasının sebebinin, yalnızca beş para etmez dünyâ hayatından, her ne pahasına olursa olsun dünyâda rahat yaşama arzusundan başka bir şey olmamasıdır.  
Bir anlayabilsek “dünyâ hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibârettir”[4] ayeti kerimesinin hakîkatini, o zaman dünyaya kulluk etmekten kendimizi kurtaracak ve en azından âhiret menfaatlerimizi hesâb ederek birçok işler başarabileceğiz belkide. 
Gereğinden fazla değer verdiğimiz şu dünyâdan kalbimizi koparıp Allah (celle celâlehu) yolunda mallarımız ve canlarımızla cihâd edebildiğimiz zaman, Allah’a (celle celâlehu) canlarımızı ve mallarımızı satmış olacak ve bu alışverişin karşılığını gördüğümüzde çok sevineceğiz muhakkak. Ayrıca dünyâda da Allah’ın (celle celâlehu) yardımına mazhar olarak galip olanlar bizler olabileceğiz. 
Allah’ım, dünyâ sevgisinden, tembellikten, bildiğimizle amel etmemekten, bilmediğimiz halde amel etmekten, öğrenmeyip cahil kalmaktan ve yeryüzüne çakılıp kalmaktan sana sığınıyoruz. Sen bizi kendi şerrimizden muhâfaza eyle. Amin

[1](Mu’cemul Kebir)
[2] (Ahmed İbni Hanbel, Hâkim Ebu Musa’dan)
[3] (Tevbe Suresi 38)
[4] (Hadid Suresi 20)

No comments: