Hazret-i Ömer (r.a.): 'Bana kusurlarımı söyleyen kimseye Allah rahmet etsin.' derdi...
Ve bizzat kendisi Selmân'a, kendi kusurlarından sorardı. Bir def'a huzûruna geldiğinde:
- Söyle bakayım, aleyhimde neler duydun? diye sordu. Selmân:
- Öyle şey olur mu? diye özür diledi. Fakat Ömer ısrâr edince, Selmân:
- Evet, sofrada iki çeşit yemek bulundurduğun ve birini gece, diğerini gündüz yediğin, üstelik iki kat elbisenizin olduğu dedikodusu vardır, dedi. Hz. Ömer:
- Onları terk ettim, başka birşey duydun mu? diye sordu. Selmân:
- Hayır, başka birşey duymadım, dedi.
Yine Hz. Ömer (r.a.) Huzeyfe'ye:
- Sen münâfıkar hakkında Resûl-i Ekrem'in sırdaşı idin, bende nifak alâmetlerinden (belirtilerinden) birşey var mı? diye sordu.
O, bütün azamet, celâdet ve yüksek mevki'i karşısında kendini böyle töhmet altında bulundururdu. Allah Ondan râzı olsun. Aklı daha çok ve mevki'i daha üstün olan herkes kendini daha az beğenir ve daha çok hor görür.
Ne yazık ki, böyle bir adam bulmak da güçleşmiştir. Dalkavukluğu terkedip, kusurları olduğu gibi haber veren, çekememezlikten kurtulup da mübalâğa etmeyen kimse pek az bulunur. Gördüğün dostların ya hasûddur, çekemezler veyâ bir garazları var; kusûr olmayan şeyi kusur göstermeye çalışırlar, yâhud dalkavukluk yapar ve senin bir çok kusurlarını gizlerler. Bunun için, yâni gerçek dost bulamadığı için Dâvûd-ı Tâî uzleti tercih etmişti. Kendisine, niçin insanlar arasına katılmadığı sorulduğunda;
- Kusurlarımı benden gizleyen insanlar arasında ne işim var? derdi...
Subscribe to:
Post Comments (Atom)

No comments:
Post a Comment