7/01/2007

Malcolm X (Last Days - Son Günler)

Malcom X... O'nu hep bu adıyla ve 1950'li yılların zenci hareketlerininin lideri olarak tanıdık. Amacımız onun hayatından bilmediğimiz kesitler sunarak devrimci yönünü daha iyi anlamaya çalışmak.

 Irkçılık olaylarının zencilerin aleyhinde işlediği bir dönemde yaşadı. Henüz küçük bir çocukken evi beyazlar tarafından kundaklanmıştı. Babası Earl Little halkın hak ve özgürlüklerinden bahseden bir rahipti aynı zamanda. Babasının ona karşı farklı bir düşkünlüğü vardı. Birçok çocuğu olmasına rağmen yalnızca Malcolm'u gizli toplantılara götürüyordu. Annesi ise tam tersi Malcolm'a karşı farklı bir tavır almıştı hep. Bunun nedeni Malcolm'un diğer çocuklarına nazaran daha açık tenli olmasıydı. Malcolm ona annesinin bir beyaz tarafından zorla sahip olunduğu ve kendisinin bu ilişkinin sonucu olması gerçeğini hatırlatıyordu. Malcolm'a sık sık "güneşe çık da biraz yan" ihtarında bulunuyordu.

O henüz küçük bir çocukken bile diğer çocuklar gibi ırkçılıktan nasibini alıyordu. Yıllar sonra şöyle diyecekti:

"Hayatımız boyunca bize hep aşağılık olduğumuz öğretildi. Küçükken beyaz ve zenci çocuklar birlikte kovboyculuk oynarken, kim Tom Mix, Buck Jones ya da Lone Ranger oluyordu? Beyazlar... Biz kimdik? Tonto, onun uşağı... Robinsonculuk oynadığımızda kim Robinson Cruseo oluyordu? Beyazlar... Ya Cuma kim oluyordu? Tahmin edin kim oluyordu?"

Malcolm'un babası çok geçmeden hunharca katledilmişti. Aile bu ölümden daha doğrusu bu cinayetten sonra oldukça fakir düştü. Anne Louise bu acılara katlanamadı ve tımarhaneye yatırıldı. Malcolm da komşularıyla birlikte yaşamaya başladı. Gittiği okulda yasak olmasına rağmen sınıfa şapka ile girmişti ve sıraların çevresinde yürüme cezası almıştı. Bu esnada öğretmenin sandalyesine koyduğu raptiye de okuldan atılıp çocuk ıslahevine gönderilmesine yetti. Oradaki gözetimevinde tanıştığı Swerlin ailesi ile iyi anlaştı ve buradan ayrıldıktan sonra bu ailenin yanında kalmaya başladı. Okula tekrar gitti ve bu kez başarılı bir öğrencilik dönemi geçirdi. Sınıfındaki tek zenci olması onu "özel" kılıyordu. Hayallerin gerçekleşebileceğine inancı tam olan bir öğretmeni bir gün Malcolm'a ideallerini sordu. O da avukat olmak istediğinden bahsetti. Fakat aldığı cevap öğretmenin inancına oldukça tersti.

"Malcolm, bizler için öncelikle gerekli olan, gerçekçi olmaktır. Şimdi beni yanlış anlama, biz hepimiz burada seni seviyoruz. Sen de bunu biliyorsun. Ama zenci olduğun konusunda gerçekçi olmalısın. Avukatlık, bir zenci için gerçekliği olmayan bir hayaldir."

"Ben gençken, Amerika'da hiç zenci itfaiyeci yoktu. Ben gençken, hayâl edebileceğiniz tek şey, iyi bir garson olmaktı. İyi bir otobüs biletçisi, veya iyi bir ayakkabı boyacısı... Diyeceğim, Amerikan rüyası buydu. Yine ben gençken, bu bir yaşam tarzıydı ve ben Missisipi'de büyümedim. Michigan'da büyüdüm... İşte o zamanlar ben içten içe değiştim. Beyaz adamdan uzak kaldım... Nerede "pis zenci" diye arkamdan küfredildiyse, şimdi de nerede duysam bunu, duraklar ve bunu söyleyen kimdir diye döner bakarım." diyor Malcolm.

Daha sonra üvey kardeşinin yanına Boston'a gitti. Oradaki ışıklı hayat etkilemişti Malcolm'u. Her türlü kötü alışkanlığı burada edinmişti. Büyük bir müzikhalde de ayakkabı boyacısı olarak çalışıp ışıklı hayata daha yakın olabilecekti. Ünlü şarkıcıların ayakkabılarını parlatmak ona o zamanlar gurur veriyordu. Bol desenli pantolon ve dizlerine kadar uzanan Zoot adı verilen günün moda kılıklarına uymaya özen gösteriyordu. Saçlarına da özel bir karışım sürerek parlatmaya çalışıyordu. O günün Malcolm'u beyazlaşmaya çabalıyordu. Bir de Sophia adında beyaz bir kız arkadaşı vardı. Ona ters davranmasının sebebi aklının hala ilk sevgilisi Laura’da olmasıydı.

17 yaşına geldiğinde Harlem'de bir gece kulübünde garsonluk yapmaya başladı. Bu Harlem macerası ile ilgili Malcolm:

"Şehrin bir köşesinde, gettoda sıkışmış, bir akbabaya, bir hayvana dönüştüğünde, yalnızca güçlü olanın ayakta kaldığı hayvanların ve akbabaların dünyasına dalıverirsin. Tıpkı benim gibi..." der. Gerçekten Harlem, Malcolm X için çok farklı bir dünya olmuştu. İşinde oldukça iyiydi, herkes onu seviyordu. Polis olanları hemen anlayabiliyor ve ona göre davranıyordu. Yine böyle bir polisi tanımış, onun şikayet edebilecek bir polis olmadığına kanaat getirmişti. Polisin kulağına eğildi ve sessizce kadın isteyip istemediğini sordu. Polis gülerek "olur" demişti fakat Malcolm'un yakalanması da çok kısa sürmüştü. Bu Malcolm'un ilk sabıkası olduğundan salıverilmişti. Fakat eski işine geri dönemiyordu. Sokakta uyuşturucu satıcılığı yapmaya başladı. Artık Harlem sokakları Malcolm için bir ticarethaneydi. Kendisinin de yem olduğu bir ticarethane.

"Geriye baktığımda, düşünüyorum da, gerçekten neredeyse yavaş yavaş aklımdan oluyormuşum. Birçok insanın sebze yemesi gibi uyuşturucu alıyordum. Bugün nasıl kravat takıyorsam, o gün silah takıyordum... Bence ölümü her yoldan davet etmiştim. En çılgın yollarla."

Bu esnada 2. Dünya savaşı çıkmış, asker olarak da Malcolm'un orduya katılımı istenmişti. Malcolm bu savaşa katılmak istemiyordu. Gittiği doktor muayenesinde deli rolü oynayarak "Güney'e gitmek istiyorum, orada zenci askerleri organize edeceğim. Sen siper kazıp mevzilenir misin?.. Bize biraz silah çal... Şu güneyli beyazları temizleyelim..." dedi ve raporunu aldı. Çünkü Güney'de savaş yoktu!

Sokakta edindiği arkadaşlarıyla soygun yapmaya başladılar. Malcolm arkadaşlarına karşı kendini güvende hissetmek istiyordu. Silahın tek mermi koymuş gibi yaparak Rus ruleti oynamaya başladı. Arkadaşlarının yalvarmalarına aldırmadan namluyu üç kez alnına dayadı. Elbette birşey olacak değildi. Malcolm onlara sadece basit bir oyun oynamıştı. Ama bunu kimse farketmemişti. Sonra onlara dönüp şöyle dedi:

"Bunu, size ölümden korkmadığımı göstermek için yaptım. Asla ölümden korkmayan bir adama kafa tutulmaz. Şimdi, hadi işe çıkalım." O akşam çıktıkları işte bozuk bir saat ele geçirmişlerdi. Saati tamirciye götürdüğünde ise yakayı ele vermişti. Ceza olarak 10 yıl hapsi istendi. Bu hırsızlık gibi küçük bir suç için değil bir beyaz kızla arkadaşlık yapmış olmasının büyük cezasıydı. Malcolm cezaevine yerleştirildi. Bu değişiklik Malcolm için çok daha farklı değişikliklere gebeydi. Orada bulunduğu sürede uyuşturucu ihtiyacını gardiyanlardan karşıladı. Sürekli küfür eden isyankar bir insan olmuştu. Fakat kaldığı cezaevinde oldukça düzgün konuşan saygılı ve kültürlü biriyle dost olunca bir müddet sonra küfür etmemeye başladı.

"Onda beni kendine çeken şey, hayatımda gördüğüm tümüyle saygıdeğer kişi oluşuydu. Özellikle sözcükleriyle." Kelamın sihirli dünyasına dalması belki de Bimbi adındaki bu kişiden aldığı kelam hazzıyla olmuştu. Bimbi ona bir keresinde şöyle demişti:

"Aklını kullan. Burada körelmesine izin verme. O, senin mutlu olmak için yapacağın işlerde sahip olduğun tek varlığın."

Oradaki hayatını değiştiren diğer önemli hadise ise kardeşi Reginald'den aldığı gizemli mektuptu. Ona şöyle yazmıştı.

"Malcolm, artık domuz eti yeme ve sigara da içme. Sana hapishaneden nasıl kurtulacağını göstereceğim."



Malcolm yazılanları yaptı. Kimse onun artık sigara içmemesine ve domuz eti yememesine bir anlam veremedi. Doğrusu bunu neden yaptığını o da bilmiyordu. Ama madem ki işin ucunda hapishaneden kurtulmak vardı, yapması da normaldi. Malcolm'a öyle gelmişti ki bu denilenleri yapınca bir hastalığa tutulacak ve Malcolm tahliye olacak. Fakat Reginald onu ziyaret ettiğinde işin farklı bir boyutunu gördü. Reginald dinden bahsetmeye başlamıştı. Herşeyi bilen bir Tanrı'nın olduğunu, şeytanın bir insan ve bu insanın da beyazlar olduğunu anlattı ona. Din Malcolm'u hiç ilgilendirmeyen bir şeydi. Fakat Reginald'in söylediklerini bir türlü atamıyordu kafasından. Kardeşi onu tekrar ziyaret ettiğinde daha ayrıntılı bir konuşma yaptı:

"Sen kim olduğunu hiç bilmiyorsun. Beyaz şeytanın, seni senden gizlediğini hiç bilmiyorsun. Sen, zengin krallıkların, el değmemiş uygarlıkların halkının bir parçasısın. Sen gerçek soyadını bilmiyorsun, gerçek dilini duysan tanımazsın. Tüm bunlarla olan bağın şeytan tarafından kopartıldı. Sen, bir kurbansın. Beyaz şeytan ve uşakları, senin ataların zamanında seni yurdundan çaldı. Irzına geçti ve katletti..."

Malcolm bu düşüncelerin savunucusu olan İslam Cemaati adlı kuruluşla ilgili daha fazla bilgi edinmek için kütüphaneye kapandı. Bu batıl görüş şöyle diyordu: Tanrı 4 Temmuz 1930'da Wallace D. Ford olarak görünmeye başladı. Bu kişi zencilerin bölgesinde ipekten halılar satıyordu. Bir misyonun vaizi olarak tanınan bu kişiyi halk sevmişti. Gösterdiği kerametler vasıtasıyla (istidraç desek daha doğru olur) inananları çoğaldı. Tapınaklar kurdu. Sonra Elijah Poole adında birini elçi olarak seçti. 1934'te Ford ortadan kayboldu. Elijah Poole ise, Ford'un bir Tanrı olduğunu, Amerika'ya gelip Afrikalılara gerçek dinlerini öğreteceğini ve beyaz şeytanlara karşı zafer kazanılacağını söylüyordu. Bu uydurma inanışa İslam adını verdiler. Elijah Poole ise adını Elijah Muhammed olarak değiştirdi.

Elijah Poole, ilk insan ırkının siyah olduğunu, beyazdan siyahın çıkartılmayacağını fakat siyahtan beyazın çıkabileceğini söyler. Beyazlar, sorun oluşturan çılgın bir bilim adamının ıssız bir adaya sürülmesinden icad edilen bir yaratıktı. Çılgın bilim adamının intikamını beyazlar dünya barışını bozarak alacaktı. Beyaz şeytan milyonlarca siyah insanı Amerika'ya satmıştı. Elijah Poole şöyle diyordu:

"Bir elçi gelecek, beyazların krallarının altı bin yıllık hakimiyetinden sonra, Amerika'da kaybolmuş siyah halkın birleşmesi için uyandıracak onları."

Malcolm kütüphaneye kapanmış ve bu cemaatle ilgili bilgileri okuyordu. Taktığı siyah çerçeveli kalın gözlükler cezaevinin loş ışıklarında okumaya çalışmasının neticesi. Malcolm belki de ilk kez zenci olduğundan gurur duyuyordu.

"On gardiyan ve hapishane müdürü, beni bu kitaplardan ayıramamıştı."

Malcom X artık küfretmeyen, isyan etmeyen saygılı bir insan olmuştu.

"Orada hapishanede karar verdim. Hayatımın geri kalanını; beyaz insana yaptıklarını ödetmeye, ya da ölmeye adayacaktım." diyecek kadar değişmişti artık.

1952 yılında tahliye edildikten sonra Detroit'teki kardeşi Wilfred'in yanına gitti. Orada inancını yaşamaya başladı. Gittiği tapınaklardaki insanların sayısının az olmasına üzülüyordu.

"Dışarıda sokaklarda içki içen, kavga eden, volta atan, dans eden, uyuşturucu kullanan bir çok erkek ve kız kardeşlerimiz varken, bu sıralarda boş yer kalmamamlı." diyordu.

İlk önemli çıkışları da 1952'de olmuştu. İşçi Bayramı'nda on arabayla birlikte bir numaralı tapınaktan Chicago'daki ikinci tapınağa Elijah Muhammed'i dinlemeye gidiyorlardı. Bu çıkış Malcolm için ilk kez Elijah Muhammed'i görmek demekti. Elijah Muhammed onu da kürsüye çıkardı ve küçük bir konuşma yaptılar. Malcolm bu adamla çok iyi anlaşmıştı. Cezaevinde tanıdığı bu hayatın içindeydi artık. Soyadını da değiştirmeyi uygun gördü. Little soyadı beyazların zencilerin soylarını unutturmak için verdikleri bir soyaddı. Kendi soyadını ve tabii soyunu hiçbir zaman bilemeyeceğinden kendine X soyadını verdi. Cezaevinden sonraki soyadı X olarak değişmişti artık.

Ciddi anlamda ilk konuşmasını "Hristiyanlık ve Kölelik" hakkında vermişti.

"Kardeşlerim, bizlerin köle tacirleri beyaz efendilerimizin dini olan Hristiyanlık, bizlere burada Kuzey Afrika'nın vahşi bölgesinde öldüğümüzde, günahlarımızın affolup gökyüzüne doğru yükseleceğimizi ve orada Tanrı'nın bize özel hazırladığı cennetlere erişeceğimizi öğretmektedir. İşte bu, beyaz adamın Hristiyanlık dinidir ve onunla siyah adamın beynini yıkayabilirsin. Biz bunu kabul eder, bağrımıza basarız. Ona inanır, onu uygularız. Biz, tüm bunları yaparken, bu mavi gözlü şeytan hristiyanlığı parmağında oynatır. Ne için? Ayağını sırtımızda tutabilmek için... Niçin? Gözlerimizi gökdeki saksağana kırpmadan baktırmak ve öbür dünyadaki cenneti düşündürmek için... Kendisi, işte buradaki cennette yaşarken... Bu dünyada... Bu hayatta..."

Malcolm, Ford motor şirketinde çalışmaya başlamıştı. Diğer bütün vaktini de Elijah Muhammed'in yanında geçiriyordu. Elijah Muhammed, ondan Boston'a gidip tapınak kuracak kadar insan yetiştirmesini istedi. İstenileni yapmak üzere Boston'a giden Malcolm oradaki insanlara şöyle diyordu:

"Tanrı, Bay Muhammed'e bazı keskin gerçekler vermiştir. Bu iki yüzü keskin bir kılıç gibidir. Seni ikiye böler. Sana çok büyük bir acı verir. Fakat sen bu gerçeği alabilirsen derman olur sana ve korur seni, kendisi dışındaki kesin ölümden." Daha sonra Harlem'e gitmesi için emir aldı. Yıllar önceki o büyülü Harlem artık Malcolm için aynı şey değildi. Bu kez Harlem'e uyarmak için gidiyordu. O artık belli bir misyonu olan düzgün ahlâklı bir insandı. O İslam adını verdikleri bir dinin temsilciydi. İlk olarak broşürler bastırdı ve cadde cadde dağıttı.

"Beyaz adamın siyah ırkı nasıl kaçırdığını, sömürdüğünü, onun ırzına geçtiğini duyun." diye bağırıyorlardı. En büyük işlerini kilise önlerinde yapıyorlardı. Kiliseden çıkanlara "Hristiyanlık, siyahlara eşitsizliği önemsememelerini öğütler. Çektikleri acıları dert etmemelerini, bu acılara karşılık cennette mükafatlandırılacaklarını söyler. Ancak, bakım bakalım, kim yararlanıyor yeryüzünün nimetlerinden, imkanlarından! Beyazlar!"

Gittikçe ocak kızışmaya başlamıştı Amerika'da. 1955'te 14 yaşındaki Emmet Till, Missisipi'ye kuzenlerinin yanına tatile gönderilmişti. Emmet Till bir beyaz kadına "güle güle bebek" diyerek laf atmıştı. Geldiği yerde durumlar biraz daha farklıydı. Çok geçmeden çocuğun işkence ile öldürülmüş olarak cesedi bulundu. Acılı ailesi çocuğunun görüntülerini tüm dünyaya gösterdiler. Diğer önemli hadise ise belediye otobüsünde boş gördüğü yere oturan siyahın, beyaz biri gelince yerinden kalkmamış olmasından kaynaklanmıştı. Bu hadiseyi boykot etmek amacıyla hiçbir zenci belediye otobüslerine binmedi. Bu boykotun amacına ulaşması siyah halkın güvenini perçinledi. Demek ki elele verilse çok şey başarabileceklerdi.

Bu arada Malcolm tapınakta hemşirelik dersi veren Betty adında bir kadınla evlendi.

Siyah ve beyaz öğrencilerin ayrı okullarda ders görmesi de artık siyah halkın sabrını zorlamaktaydı. Malcolm X ise radyo ve televizyonlarda hep bu hadiselerle ilgili demeçler vermekteydi. O artık zenci hareketlerinin lideri konumundaydı.

"Beyaz adamın siyah adama 'benden nefret ediyor musun?' diye sorması bir iğfalcinin iğfal ettiği kimseye veya bir kurdun kuzuya benden nefret ediyor musun demesi gibidir. Beyaz adamın hiç kimseden özür dilemeye ve nefret etmeyin demeye yüzü yoktur." Malcolm'u yaptığı bu sert çıkışlardan ötürü ırkçı ve şiddet yanlısı olarak görmelerine karşılık o şöyle diyordu:

"Bizlere, bizi dört yüzyıl önce buraya getirip, bizi tarihimizden, kültürümüzden, dilimizden ayıran, bugün insanlık ailesinin bir parçası olduğumuzu belirtebilecek her şeyden ayırıp bir hayvan seviyesine indiren, buğday çuvalı gibi tarladan tarlaya götürüp satan, bir çuval patates, bir at ya da pulluk gibi satan, sonra da ülkenin bir ucundan öteki ucuna süren beyaz adamdan nefret edip etmediğimizi nasıl sorabilirler? Bütün bunları yapacak, sonra da benden nefret ediyor musun diye soracaksın. Saçma!" Basireti keskin İbda erlerini şiddet yanlısı bir vahşi olarak gören zihniyetin bunu nerelerden miras olarak aldıkları belli oldu böylelikle. Bir de düşman kutup belli iken işi tatlılıkla halletmeye çalışan cici adamların tutumunun komikliği tabii.

"Sizin anlamadığınız şey, bugün siyah insanın sizin yanınızda veya sizin içinizde yaşamayı bir zafer olarak görmemesi. Şunu kafanıza sokun: Siyah adam, sonunda, sizin sunduğunuz şeyi reddetme noktasına ulaşmıştır. Bugün sizin sunacak hiçbir şeyiniz yok. Sizin süreniz doldu. Sizin geminiz kalktı. Denizler şimdi fırtınalı ve sizin geminiz sallanıyor. Devrilmeye mahkûm. Bu durumda kalkmış, siyah insana kokuşmuş bir toplulukla kaynaşmayı öneriyorsunuz. O Tom Amcalar, yani beyinleri yıkanmış, kafaları beyazlaşmış siyahlar, sizi seven siyahlar bunu kabul edebilirler. Ancak asıl siyah kitleler kendilerine ait bir toprak, kendilerine ait bir ulus istiyorlar." Hakim bir davanın hakim savunucuları avucunu açıp "Allah ne verdiyse" edebiyatı ile yetinmez. Hakim bir davanın savunucuları her zaman kendi yasalarını kendi koyar. Bizim "beyinleri yıkanmış Tom amcalar" da sallanan gemilerin içinde kalarak devrilmeye mahkûm görünüyor.

Malcolm X'in şahlanışı o dönem için çok büyük bir hadiseydi. Nitekim Amsterdam News Editörü James Hicks, bu uyanışı şu şekilde belirtmekte:

"Ve sonra o loş ışıkta, Malcolm ayağa kalktı ve elini salladı. Oradaki herkes kaybolmuştu sanki. Görünmüyorlardı. Bir polis memuru bana şöyle dedi: "Benim gördüğümü sen de gördün mü?" Ben: "Evet" dedim. "Bu, bir insanın sahip olamayacağı kadar büyük bir güç" dedi. Bir zenciden söz ediyordu. Bunu, asla unutamam!"

Şöyle diyordu Malcolm:

"...Kansız devrim diye bir şey yoktur. Kansız olan tek devrim çeşidi, zenci devrimidir. Bu devrimin elde edeceği tek şey, yemek salonlarında paylaşım, tiyatroda birliktelik, ırk ayrımının olmadığı parklar ve umumî tuvaletlerdir. Tuvalette bir beyazla yanyana olabilmek. Bu, devrim değildir." Ülkemiz adına misal verecek olursak başörtülü bir öğrenciyle başörtüsüz bir öğrencinin yanyana bir okul sırasında oturması bir devrim olamaz. Hoş o bile olmuyor bizde ya!

Yine aynı dönemlerde bir Afrika kökenli Amerikalı olan James Meredith, Missisipi Üniversitesine tayinini istemişti. Missisipi Üniversitesinin beyazların kültür mozaiği ile yoğrulmuş bir okul olduğu düşünülünce bu olması mümkün bir şey olarak görünmüyodu. Dönemin başkanı John F. Kennedy olaya el koydu ve korumalarını bu okula gönderdi. Çıkan çatışmada ise 2 kişi ölmüştü. Bu beyazlar için bir vahşetti. Hadiseyle ilgili olarak da Malcolm bir radyoda şu demeci verdi:

"Bir küçük siyah adamın Missisipi'de bir okula girmesi Missisipi'deki milyonlarca siyah insanın hala ilkokula bile gidemediği gerçeğini bize unutturamaz."

Kennedy, uygar olduğuna inandığı bir ülkede bu tür görüntülerin dünyaca izlenmesine oldukça kızıyordu.

"Bizler ülke ve halk olarak büyük bir ahlâkî çöküntüyle karşı karşıyayız. Bu yüzden ben, kongreden, Amerika'daki her yerin, otel, restoran, tiyatro gibi halka açık yerlerin ayırım gözetmeden işletilmesini sağlıyacak yasalar çıkarmalarını istedim." Tüm bu yasa çıkarma vaadleri boşunaydı. Beyaz halk yine bildiğini okuyordu. Malcolm ise oldukça gergindi.

"Beyaz adam seni Kore'ye gönderdi, kanını döktün. Seni Almanya'ya yolladı, kanını döktün. Seni Japonlarla çarpışman için Güney Pasifik'e yolladı ve sen kanını verdin. Sen, beyaz adam için kanını döktün. Fakat gözlerinin önünde senin kilisene bomba atılıp, küçük zenci kız çocukları katledildiğinde, senin dökecek kanın yoktu. Sizler, kanınızı beyaz adam emredince dökersiniz. Beyaz adam "ısır" der, ısırırsınız. Beyaz adam, "havla" der, havlarsınız..." Sözü edilen beyaz adamın yerine bugün kimleri koyarak neticenin aynı olduğunu görürüz acaba? Mesela Müslüman Türkleri Afganistan'a gönderenler olabilir mi?

Malcolm'un istediği Amerika'da eşitlik değil, kendi ırkının Afrikalıların yeni bir devlet kurmasıydı. Bu yüzden Güney'de meydana gelen zenci hareketlerinin lideri Martin Luther King ile anlaşamıyordu. Onun hakkında şöyle bir demeç vermişti:

"Nasıl o gün sadece köle efendisi olarak Tom Amca kullanıldıysa, bugün de o eski efendinin zencileri var sahnede. Modern Tom Amca'dan başka bir şey değiller. 20. yüzyılın Tom Amcaları, sizi ve beni kontrol eden, yön veren, bizleri pasif, barışsever ve şiddet karşıtı olarak uyutmakla görevli Tom Amcalar. Sizin elinizi kolunuzu bağlayan Tom Amcalar. Bu, tıpkı sizin dişçiye gidip te, adam sizin dişinizi çekmek üzereyken, sizin ona karşı koymak istediğinizi sezip, ağzınıza uyuşturucu iğne vermesi ve dişinizi çekerken hiç birşey hissettirmeyip, "bak, sana zarar vermiyorum" demesi gibidir. Oysa dişin elden gitmektedir. Aslında acı çekiyorsun ama barışçı yoldan. Ağzından avuç avuç kan boşanırken, sen orada sadece oturur ve hiçbirşeyden habersiz seyredersin olup biteni. Çünkü birileri sana sessiz sedasız acı çekmen gerektiğini söylemiştir" Bizim teyze adamların kulakları çınlıyor mudur acaba? Çınlamıyorsa biraz daha gayret sarfedebiliriz. Onları unuttuğumuzu sanmasınlar sakın. Sonra ağlar mağlarlar, ne gereği var dimi şimdi onları üzmenin. Kardeş kardeş yaşamak dururken?

"Bizim kitabımız Kur'an'da böyle bir şey yok. Sessiz sedasız acı çekmek gibi. Bizim dinimiz nazik olmayı emreder, barışçı olmayı, kanunlara saygılı olmayı, kurallara uymayı emreder. Herkese saygı göstermeyi de; fakat biri kalkıp ta seni ezmeye çalışırsa... Onu mezara yolla!"

Washington'da ise siyah halk vatandaşlık hakları için yürüyüş yapmıştı. Konuşmasını bununla ilgili olarak şöyle sürdürdü:

"Zencilere, şehre ne zaman gireceklerini, nasıl gireceklerini, nasıl giyineceklerini, nerede duracaklarını, nasıl bir ifade takınacaklarını, hangi şarkıyı söyleyeceklerini, hangi konuşmayı yapıp, hangisini yapamayacaklarını söylüyorlar ve sonunda gün batımından önce nasıl şehirden çıkacaklarını söylüyorlar." Ona göre bu yürüyüş sadece bir maskaralıktı. Sözde İslam Cemaati ilahi bir işaret beklemekteydi. Güney'deki siyahlar ise vatandaşlık haklarından dem vuruyorlardı. Halk müslümanların tepkisiz kaldığını, konuşmaktan başka bir şey yapmadıklarını düşünmeye başlamıştı. Malcolm bu duruma çok üzülüyordu. Fakat aldığı emir sessiz kalmasını gerektiriyordu. Az zaman sonra Malcolm'un Elijah Muhammed'in yerine geçeceğine dair söylentiler çıkmaya başlamıştı. Fakat Elijah Muhammed'in Malcolm'a güveni tamdı. Fakat söylentiler Elijah Muhammed'in aleyhinde işlemeye başlayınca Malcolm çok güvendiği sözde elçiden şüphe duymaya başlamıştı. Söylentiler Tanrının elçisi olarak bildikleri kişinin sekreterleriyle cinsi münasebette bulunması hatta bunlardan çocuklarının da olması yönündeydi. Malcolm işin gerçekliğini öğrenmek amacıyla sekreterlerle görüştü ve işin hakikat payını öğrendi. Bu onun için çok büyük bir hayal kırıklığı idi. Fakat dava azmi onu çalışmalarından alıkoymamıştı. Çıkan söylentilerin ise Malcolm X tarafından uydurulduğunu ortaya koyanlar, bizzat kendi cemaatinden vekillerdi.

"Vekillerimin, yanan eve su yerine benzin döktüğümü düşüneceklerini asla hayâl edemezdim. Asla hayâl edemezdim, onların bu dedikodulardan onları korumaya çalıştığımı değil de, bunu benim başlattığımı düşüneceklerini." Malcom üst üste darbe alıyordu. İpler iyice gerilmişti artık. İplerin tamamen kopması başkan Kennedy'nin 1963'te vurulmasıyla oldu. İslam cemaatinin verdiği emire göre bu vurulma olayı ile ilgili hiç kimse bir konuşma yapmayacaktı. Fakat Malcolm, Harlem'deki bir konuşmasında bu olayla ilgili şöyle bir açıklanmada bulunuvermişti: "Bu, tavukların tünemek için yuvaya dönmesidir. Tavukların tünemek için yuvaya dönmeleri, yaşlı bir çiftçi çocuğu olarak beni hiç üzmez. Bu, beni hep memnun etmiştir." Daha sonra ise "koca ağzımı kapalı tutmalıydım" diyerek söylediklerinden özür dilemişti. Fakat bu ceza alacağı gerçeğini değiştirmemişti. 90 gün boyunca hiç konuşma yapmayacaktı. Onu Elijah Muhammed'i karşısına almakla suçluyorlardı.

"Duygusal bir şokun ortasında kalmıştım. Bu, tıpkı oniki yıllık güzel bir evliliğe benziyordu. Bir sabah kalktığında eşiniz masaya boşanma ilamını atıyor... Sanki doğada güneş ya da yıldız gibi birşeyin battığını zannettim."

Bu zor günlerindeki tek dostu şampiyon boksör Muhammed Ali'ydi. Günlerinin çoğunu onun yanında geçirdi. Cezasının bitmesine az kaldığında cemaatine geri gitti fakat kapıları yüzüne kapanmış gördü.

"Sonunda benim için bir karar alındığı sonucuna vardım. Kenar mahallenin efendiler, hala benim onlar için bir lider imajı olduğuma inanıyorlar... Ben de bir plan kurup, bir organizsyon oluşturarak, bu ülkenin kuzeyindeki siyah insanın, beyaz insanın hükmü altında kalma hastalığından kurtarılabileceğini hissediyorum." Malcolm vazgeçmeyecekti.

12 Mart 1964'te Park Sheraton Hotel'de bir basın toplantısı düzenleyerek, hala müslüman olduğunu ve Elijah Muhammed' bağlılığını ilan etti. Aynı toplantıda şunları da söyledi:

"İlahi bir insan olduğumu iddia etmiyorum. Ben eğitim görmüş biri değilim. Hiçbir konuda uzman da değilim. Ama ben samimiyim. Samimiyetim itibarımdır." Ayrıca New York'ta bir mescit kurma planlarından da bahsetti. Bu konferansın ardından, Malcolm'un oturduğu evi İslam Birliğine iade etmesi istendi. Bu evi ona cemaat vermişti. Evi geri istemesinin anlamını elbette o da anlamıştı. Malcolm yine yalnız kalmıştı. Fakat her yalnızlığın ardından hakikate giden yolda bir adım daha atıyordu Malcolm. Bu yalnızlığın ardından gitmek istediği bir tek yer vardı. Mekke. Malcolm'un hep doğruda kullandığı yanlışı keşfetmesi Mekke'ye gitmesiyle olmuştu.



"Uçağa binenler, beyaz, siyah, kahverengi, kırmızı, sarı insanlardı. Mavi gözlü, sarışın, kıvırcık, kırmızı saçlı. Hep birlikte kardeştik." Müslümanlığı yanlış yaşadığını anlıyordu. "Gözlerimin gördüğü bu farklı renklerle dolu manzarayı hiç bir kameranın renkleri gösteremez diye inanıyordum... Çinliler, Endonezyalılar, Afganistanlılar... Bir sürü insan, kendi ulusal giysilerini üzerlerinde taşıyorlardı. Bu manzara, tıpkı Milli Coğrafya (National Geographic) dergisinin sayfalarından fırlamış gibiydi." Sonra Suudi Arabistan'da bir beyaz ailenin yanında kaldı. bu misafirlikten duyduğu memnuniyeti şöyle bildiriyor:

"Şunu söylemeliyim ki, hayatımda hiç bu kadar şereflendirilmemiştim ve böylesine gerçek bir dostlukla karşılaşmamıştım... Gördüğüm ilgi ve onlarla beraber bulunduğum anlarda, insan olarak hiç farkımın olmadığı düşüncesi karşısında söyleyecek söz bulamıyordum. Beyaz adam hakkında ilk o sabah farklı düşünmeye başladım. İlk o sabah, bayazın sadece bir deri rengi olduğunu farketmeye başladım. Daha önce sadece deri rengi değil, aynı zamanda tavır ve hareket şeklini de tarif ediyordu. Amerika'da, "Beyaz Adam", siyah adama yönelik özel tavır ve hareketleri anlatır. Bu, beyaz olmayan tüm renklere de yöneliktir." Malcolm'un samimiyeti onu gerçek bir müslüman yapmıştı. Malcolm X olarak değiştirdiği adını bu kez El- Hacc Malik El- Şahbaz olarak değiştirecekti.

"Bana öyle geliyor ki on iki günlük hac ziyareti, ufkumu bu dünyada daha önce geçen otuz dokuz yılımdan daha çok genişletti."

Malcolm ya da El- Hacc Malik El-Şahbaz, Hacdan geri döndüğünde mücadelesine farklı bir dünyadan aldığı güçle devam ediyordu. Afrikalılar silahlanmaya başlamıştı. Malcolm bu silahlanmayı nefsi müdafaa olarak tanımlıyordu. Kendisinin şiddet yanlısı bir vahşi olmadığını anlatmaya çalışıyordu. O "olması gereken"i istiyordu. Bunu da davasını hakim kılarak yapabileceğine inanmıştı.

"Sizin buna nefret demenize izin vermeyeceğim. Diyelim ki onlara yapılanlar konusunda onları bilinçlendiriyorum. Bu bilinç negatif ve pozitif yüklü büyük bir enerji üretecektir. Bu enerji yapıcı yönde kanalize edilebilir."

Audubon Balo salonunda yaptığı bir konuşmada şöyle bağırıyordu: "Çocuklarımızın ve insanımızın kendi kimliğini bulmasına ve kendine saygı duymasına yarayacaktır eğitim. Çocuklarımızı bu ülkedeki okullara yolladığımızda, bizler, kendileri hakkında ne öğreniyorlar? Pamuk tarlalarında çalışan işçiler olduğumuzdan başka... Niye? Sizin büyükbabanız şu dünya üstünde yürüyen en muhteşem siyahlardan biri. Uygarlığı ilerleten sizin atalarınızın elleri. Uygarlığın beşiğini sallayan büyükannenizin elleri. Fakat ders kitapları çocuklarımıza Afro- Amerikanların bu ülkenin büyüyüp gelişmesine katkılarını hiç öğretmiyor." O bu savaşın insani yönünü ortaya koymaya çabalıyordu. "Amerika'daki problem, Tom amcaların çözebileceği cinsten değildir. Savaşlarını uluslararası düzeye çıkartmaya ihtiyaç var." "Sevgili"sinin Mütefekkire dediği "önce gongu çalacaksın" hakikatini Malcolm bir dergi röportajında şöyle dile getiriyor:

"Hareketin en büyük hatası uyuyan insanları belli hedefler etrafında organize etmeye çalışmak olmuştur. İnsanları önce uyandıracaksınız, sonra eyleme geçeceksiniz. Onları sömürüldükleri konusunda mı uyaracaksın? Hayır, insanlıkları, hakları, mirasları konusunda."

Malcolm BM'ye de teklkif sunmuştu. Medya her zaman yaptığı gibi yine Malcolm'u bir vahşi olarak gösterme çabasındaydı. Bir çok insan onu olduğu gibi tanıyamamıştı bu yüzden. O yeterince iyi tanınamadığını çok biliyordu:

"Onlar, sansasyon arıyorlar, gazeteleri sattıracak birşeyler. Ben, onlara aradıklarını verdim. Eğer güzel soruları sormayı düşünseler, belki başka cevaplar da alacaklardı."

Bu arada sözde İslam Cemaati ile bağları oldukça gerginleşti. Malcolm dedikodu olarak bilinen hakikatleri kaynaklarından iyice öğreniyor ve bunu açıktan dile getiriyordu. Malcolm bir kıskacın içine alınmak isteniyor gibiydi. Bir gün arabasına ateş açıldı. Fakat o arabada değildi. Bir gün kendisinin de tıpkı babası gibi öldürüleceğini biliyor gibiydi.

"Ben 22 milyon Afrikan kökenlinin özgürlüğünü istiyorum. Ben, insan olarak saygı görecek ve tanınacak bir toplum istiyorum... Gereken her vasıta ile... Şimdi siz bana hangi yöne yöneldiğimi sorunca ne diyebilirim ki size? Ben, bize hemen sonuç verecek her yöne yönelebilirim. Gereken her vasıta derken, tüm kalbimle, tüm beynimle ve tüm ruhumla demek istiyorum. Bir siyah, özgürlük için hayatını vermelidir. Ayrıca, özgürlüğünü elinden almak isteyenlerin de hayatını almaya hazır olmalıdır. Gerçekten böyle düşündüğümüzde fazla yaşamazsınız."

İslamın Meyveleri adını verdikleri cemaatten bir grup Malcolm'u takip edip korkutmaya başlamışlardı. Bir keresinde arabasına çarptılar. Malcolm arabasının camından uzun bir boru uzatınca tüfek zannederek kaçtılar. Fakat vazgeçmeyecekleri kesindi. BOSS, CIA, FBI, New York Gizli Polisi, Los Angeles ve Chicago Polisleri Malcolm'un hayatının tehlikede olduğunu biliyorlardı. Çünkü Malcolm bu ajanlar tarafından da takip edilmekteydi. En yakın korumalarından biri de casus çıkmıştı.

Henüz bir çocukken yaşadığı o yangınlı geceyi Malcom yine yaşamıştı. Özellikle ailesinin de bu savaşın içine çekilmeye çalışılması onu çok öfkelendirmişti. Sözde İslam Cemaati ise Malcolm'un kendi evini kundaklayıp suçu kendilerine attığını söylemekteydi. Halka açık son konuşmasında şöyle konuştu:

"Bizler, devrim çağında yaşıyoruz. Amerikan zencilerinin ayaklanması bu isyanın bir parçasıdır. Bu ayaklanmayı, basitçe siyahın beyaza karşı ırkçılık mücadelesi veya Amerikalıların bir problemi olarak tanımlamak doğru değildir. Aksine, bizler bugün kölelerin, köle sahiplerine, yani herşeyi gasbedilen insanların gasplarına karşı topyekün isyanlarını görmekteyiz. Bunlar ilerlemiş olandan ilerleme hakkını isteyenlerdir."

Yangınlı geceden sonra karısı Betty arkadaşının yanına Malcolm da Manhattan'a gitmişti. Orada kendisinin hayat hikayesini yazmak isteyen Alex (Halley) ile görüştü. Ona kendisini öldürmeye çalışanların İslam Cemaati olduğunu söylemekten vazgeçti. Çünkü Fransız hükümetinin onu ülkelerine kabul etmemesi Malcolm'u şüpheye düşürmüştü. 21 Şubat 1965'te yapacağı son konuşmasına son bir kararla ailesini de yanına çağırmayı uygun gördü. Kendisi yangınlı o gecenin etkisinden kurtulabilmiş değildi. Oldukça gergindi. Audubon Balo salonunda yapacağı bu konuşmada kimse için silah taramasının yapılmamasını istememişti. Alkışlarla kürsüye çıktı ve sessiz kaldı. Orada bulunan insanlara baktı ve alkışların bitmesini bekledi. Ortak sessizlik sağlandığında son konuşmasına başlamış oldu:

"Es- Selamü Aleyküm" ve cevap geldi. "Ve Aleyküm Selam." Bu selamın ardından gelecek konuşması beklenmeden salonda iki adam ortalığı karıştırdı. Bağrışmalar oldu. Malcolm kürsüden "sakin olun" diye bağırıyordu. Sonra bir başka silahlı iki adam ateş açmaya başladılar. Malcolm X- El-Hacc Malik El- Şahbaz ilk kurşunla yere boylu boyunca uzanmıştı. Salonda müthiş bir gürülütü vardı. Oradan hastaneye kaldırılan Malcolm insanlarına verdiği son selamından sonra beklediği şehadetine ulaşmıştı.

Polis tetiği çekenleri yakalamıştı. Bunlardan Hayer adlı kişi tetikçi olduğunu itiraf eden tek şahısdı. Diğer tutuklananlar İslam Cemaatindendi. Hayer daha sonra İslam Cemaati adına çalıştığını bunu Elijah Muhammed'e yapılan iftiralara karşılık yaptığını açıklamıştı. Fakat New York eyaleti davanın tekrar açılmasını reddettiğinden Hayer'in itiraflarına inanılmadı.

Malcolm'un öldürülmesinde Amerika'nın parmağı olduğu düşünülmeye başlanmıştı. Fransa'ya kabul edilmeyişi ve salonda polis korumalarının olmayışı insanları düşündürüyordu. FBI Malcolm’la ilgili dosyaları açıkladı. Buna göre hükümetin suçu oldukça fazla görünüyordu. Chicago Bürosu ajanları Malcolm ile İslam cemaatinin aralarının açılması yönünde çalışmalar yapmıştı. Ölümünün bir diğer faillerinin de uyuşturucu mafyaları olduğu sanılıyor. Çünkü Malcolm bir zamanlar kendisinin de içinde bulunduğu pislik yuvalarından insanları çıkartıyordu. Bu da elbette uyuşturucu tacirlerinin işine gelmediği düşünülüyordu. Fakat yıllar sonra Martin Luther King'in de vurularak öldürülmesi sanırım bizi "gizli güçler"in her iki ölümde de parmağı olabileceği gerçeğini gösterir. Sebebler ne olursa olsun 21 Şubat 1965 günü hürriyet kavgası veren, kendisini davasına adayan, yşamayı fikir bilip fikri yaşayan, Hz. Bilal soylu bir müslüman kanı akmıştı. Malcom X'i ya da El-Hacc Malik El-Şahbaz'ı devrimci lider vasıflarına sahip bir şehit olarak, şehadetinin 37. yılında rahmetle anıyoruz. O her türlü pis işlerin içinden çıkmış biri olarak fikrini samimiyetle kucaklamış ve bunun karşılığını da hakiki bir müslüman olmada görmüştü. Sonuç olarak ise ölümlerin en güzeline mazhar olmuştur. Unutulmamalıdır ki Malcolm X'i Malcolm Little olarak uyuşturucu komasından alıkoyan ve onu El-Hacc Malik El-Şahbaz olarak şehadetini nasib eden hassa samimi olması, fikre kıymaması ve ruhundaki intikam hissinin daim olmasıdır. O hazza göre yaşamaya devam etseydi büyük ihtimal bu yolla adi bir ölüm bekleyecekti onu. Fakat direksiyonu kırarak fazilete göre bir hayat sürmek istemesi onun ölümünü de faziletli kıldı. Malcolm X'in devrimci yönlerinden çıkarabileceğimiz çok şey olmalı.




Malcolm X’ten öğütler..
 

bir taş at.

bir taş daha at.

bir şiir ateşle.

bir yumruk yükselt.

sesini yükselt.

bir çocuk yetiştir.

duvara bir slogan yaz.

şehitleri an.

bir hayal kur.

tarihine sahip çık.

sokaklara sahip çık.

bir slogan at.

bir tohum ek.

bir ateş yak.

terle.

bir yara sar.

bir dosta sevgi göster.

hakikati söyle.

arkanı kolla.

gökyüzüne bak.

iz bırakma.

aklını kullan.

işçilerden öğren.

bir yoldaşa oğret.

bir hücreyi ziyaret et.

bir savaş esiri kurtar.

kendi kalbini çal.

parolayı aklında tut.

bir füzeyi çalışmaz hale getir.

bir fıkra anlat.

bir plan yap.

bir umut ışığı ol.

ismini değiştir.

bir teoriyi test et.

bir dogmaya meydan oku.

korkunu kullan.

bir damla gözyaşı akıt.

hainlerle hesaplaş.

ağırlığını hakkıyla taşı.

sevmek için mücadele et.

sevdiğini söyle.

sınırı aş.

sevdiğini bir daha söyle.

No comments: